#Tarihî Hikayeler-1 / Historical Tales-1
Kağıt Tomarlarında Saklı Cesaret: Bir Osmanlı Tüccarının Adanmışlık Hikâyesi / Hidden Courage in Paper Rolls: The Story of Devotion by an Ottoman Merchant
Yakup Çağırtekin / yakupcagirtekin42@gmail.com
Kağıt Tomarlarında Saklı Cesaret: Bir Osmanlı Tüccarının Adanmışlık Hikâyesi
1799 – Kahire
Youssef En Nesyri, Kahire’de tanınmış bir tüccarın tek oğluydu. Fas asıllı olan aile, baba mesleğini yıllardır Mısır’ın dar sokaklarında ticaret yaparak sürdürüyordu. Mısır, o dönemde Osmanlı Devleti’nin önemli ticaret merkezlerinden biriydi; Akdeniz ve Kızıldeniz hattı sayesinde Doğu ile Batı arasında bir köprü görevi görüyordu. En Nesyri ailesi de bu hareketliliğin içinde, özellikle kâğıt ticaretinde öne çıkmışlardı.
Tüccarımızın en büyük hedefi, ürettiği kaliteli kâğıtları Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi İstanbul’a götürmek, Topkapı Sarayı’na kadar uzanan ticaret ağında adını duyurmaktı. Dönemin Osmanlı sultanları, devlet yazışmaları ve sarayın hattatları için büyük miktarda kâğıda ihtiyaç duyuyordu. İşte bu yüzden En Nesyri ailesi, “Saray’a kâğıt tedarikçisi olmak” fikriyle heyecanlanıyordu.
Ne var ki En Nesyri daha önce hiç Anadolu’ya geçmemiş, saray erkanıyla doğrudan bir bağlantı kurmamıştı. Yine de kararlılığından vazgeçmeyerek, yanına hem güvendiği yardımcısı Sofyan’ı hem de kervanına katılan birkaç deveyi alarak 1799 yılının bir bahar akşamında yola koyuldu.
Yolculuğun İlk Adımları: Kahire’den Şam’a
En Nesyri, yanına 2000 akçe değerinde sermaye almıştı. O dönemde akçe, Osmanlı topraklarının pek çok yerinde kullanılan ana para birimiydi; daha sonra sikke ve kuruş gibi birimler de devreye girecekti ancak hikâyemizin geçtiği yıllarda akçe hâlâ yaygındı. Yolculuğun oldukça uzun süreceği belliydi. Güvenli ve düzenli yolların bulunduğu, kervansarayların olduğu noktalarda konaklayacak ve gümrük vergilerini (örneğin %3 oranındaki vergiler) düzenli ödeyecekti.
Nihayet uzun süren yolculuğun ardından En Nesyri ve Sofyan Şam’a ulaştılar. Gümrük vergisi için 60 akçe ödediler. Osmanlı Devleti’nde gümrük vergileri, ticaret yapılan malın çeşidine ve değerine göre farklılık gösterebiliyordu; Şam gibi önemli ticaret şehirlerinde gümrük memurları, gelen-kalan kervanları sıkı bir denetimden geçirirdi.
Şam’a varır varmaz, Sultan Hanı’nda (şehir içinde kervan ve yolcuların konakladığı, develerin barındığı büyük bir han) konakladılar. Bu hanlar, yalnızca yolcuların dinlenmesi için değil, aynı zamanda malların saklanması, yüklerin takası ve yeni ticari bağlantıların kurulması için de kullanılırdı. Osmanlı kentleri arasındaki ticaret ağının belkemiğini bu hanlar ve kervansaraylar oluştururdu.
İlk Macera: Kâğıt Tomarlarını Çalmaya Çalışan Hırsız
Geceleyin, En Nesyri ve Sofyan tam uykuya dalmışken develerin boynundaki çıngırak sesleriyle irkildiler. Sofyan koşarak develerin yanına gitti ve bir hırsızın kâğıt tomarlarını çalmaya çalıştığını gördü. Hırsızı korkutmak için avazı çıktığı kadar bağırdı. Kısa süreli kovalamacanın sonunda hırsız, şehrin dar bir sokağına kaçtıysa da yakalandı ve kadının (kadı efendinin) huzuruna çıkartıldı.
Şam’da kadılar, şikâyetleri hızlıca dinler ve gerektiğinde cezai müeyyideleri uygularlardı. Yapılan sorgu sonucunda anlaşıldı ki, hırsız aslında bölgede önemli bir tüccarın adamıydı ve En Nesyri’nin işine “sabotaj” yapmaya çalışıyordu. Nihayetinde suçlu cezasını aldı. Tüccarımız, mallarına zarar gelmemiş olmasına sevindi. Daha da önemlisi, kadı efendi bu kaliteli kâğıt tomarlarını görür görmez çok ilgilendi ve üç tomar kâğıdı satın alıp İstanbul’daki saray hattatlarına hediye olarak göndermek istedi.
Şam’dan Halep’e ve Anadolu İçlerine
Büyük hedefi İstanbul olan En Nesyri, Şam’daki işlerini tamamladıktan sonra Sofyan’la birlikte yeniden yola çıkmaya koyuldu ve kısa süre sonra Halep’e vardı. Halep, Osmanlı’nın önemli ticaret merkezlerindendi ve “Halep kumaşları” dillere destandı. Burada da Özdemir Hanı gibi kervanların konakladığı büyük bir handa kaldılar. Yine aynı hanlarda farklı coğrafyalardan gelen tüccarlarla tanışmak mümkündü.
Hikâyemizin kahramanı, Halep’ten sonra Osmanlı topraklarında daha da ilerlemek için rotasını önce Malatya ardından Kayseri tarafına çevirdi. Malatya’da Silahdar Mustafa Paşa Hanı gibi büyük hanlarda konaklayarak, hem kâğıt ticareti yapma hem de Anadolu’nun meşhur kayısısını tadıp Kahire’ye dönüş yolunda satma fikrini edindi. O dönem, yerel üreticilerden meyve-sebze alıp başka bölgelere götürerek satmak da kârlı bir ticaret çeşidiydi. Ancak, gittiği şehirlerde pazar kurulumu için (örneğin “bac vergisi” gibi) çeşitli vergiler ödemesi gerekiyordu.
Bu şekilde ticaret masraflarını çıkaracak kadar gelir elde eden tüccarımız, yeni dostluklar kurarak, farklı kültürlerle etkileşim içinde Anadolu’nun içlerine doğru ilerliyordu.
Kayseri ve Yeni Dostluklar
Kayseri yolculuğunda En Nesyri, Vezir Hanı’nda konakladı. Burada farklı dinlerden ve milletlerden tüccarlarla tanışma fırsatı buldu. Sırp asıllı Dusan ve Lehistanlı (Polonyalı) Sebastian, birlikte ticaret yapan gayrimüslim iki ortaktı. Osmanlı toprakları, özellikle 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren farklı etnik ve dini gruplara mensup tacirleri barındırıyor ve bu çeşitlilik ticaretin canlı kalmasını sağlıyordu. Bu ortamda En Nesyri, hem iş bağlantılarını genişletmiş hem de kültürel etkileşimin ne kadar zengin olabileceğini bizzat tecrübe etmişti.
Bir süre sonra hep birlikte kervanlarını hazırlayıp yollarına devam ettiler. Güzergâhları Konya, oradan da Bursa olacaktı. Bursa’ya gelindiğinde Emir Han gibi Osmanlı tarihinin eski hanlarından birinde kalmayı planladılar. Burada da ipek kumaşlar, deri mamulleri gibi değerli ürünlere göz atacaklar, dönüş yolunda hangi malı alıp Kahire’de veya başka şehirlerde satabileceklerini araştıracaklardı.
Bursa’da tüccarımız, Ahmed Efendi adında bir ipek kumaş satıcısıyla tanıştı. Söz açılınca En Nesyri, Şam’daki kadı efendinin saraya gönderdiği hediyelerden, İstanbul’da kâğıt ticareti yapma hayalinden ve hırsızlık meselesinden bahsetti. Ahmed Efendi ise sarayın kumaş tedarikçisi olduğunu, Topkapı Sarayı’ndaki hattatların da kaliteli kâğıt ihtiyacı olduğunu bildiğini söyledi. Eğer En Nesyri, bu kaliteli kâğıtları saraya götürürse iyi bir fiyatla satabileceğini ve devletin bu ticarete ilgi göstereceğini vurguladı.
İstanbul’a Varış ve Sarayın Büyüsü
Tüm bu konuşmalar, En Nesyri ve Sofyan’ın hayallerini iyice alevlendirdi. Nihayet uzun uğraşlar ve dinlenmelerin ardından İstanbul kapılarına ulaştıklarında, Osmanlı’nın merkezi olan bu muhteşem şehri ilk kez gören tüccarlarımız adeta büyülendiler. O dönemde “Dersaadet” adıyla da anılan İstanbul, hem Doğu hem Batı dünyasını etkileyen ticari, kültürel ve siyasi bir cazibe merkeziydi.
Gümrük kontrollerinden geçtikten sonra, Topkapı Sarayı’na kadar uzanan kalabalık yollardan ilerlediler. Sarayın etkileyici kapıları ve ihtişamlı silueti karşısında gözlerini alamadılar. Şanslılardı; Şam’daki kadı efendisinin gönderdiği hediyeler ve Ahmed Efendi’nin referansı sayesinde, sarayın hattatlarıyla görüşme imkânı buldular.
En Nesyri, ürettiği kâğıtların kalitesini anlatırken, aynı zamanda kadı efendisinin mektubunu da takdim etti. Sarayın hattatları, kâğıtların nefis dokusunu ve pürüzsüz yüzeyini çok beğendiler. Tüccarımız, elindeki tüm kâğıtları hattatlara satarken, aynı zamanda saray için düzenli kâğıt tedarikçisi olma teklifi de aldı. Hedefine ulaşmıştı: En Nesyri artık yalnızca bir Kahire tüccarı değil, aynı zamanda Osmanlı Sarayı’nın kâğıt tedarikçisi olabilecek biriydi.
Dönüş Yolculuğu ve Yeni Ufuklar
İstanbul’daki resmi işlemlerinin ardından hatırı sayılır bir kâr elde etmiş ve yeni bağlantılar kurmuş olan En Nesyri, Sofyan’la birlikte Kahire’ye dönüş yolunu tuttu. Üstelik, Dusan ve Sebastian ile de ilerleyen dönemde Lehistan ile yapılacak ticaretlerin ilk adımlarını konuşmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin geniş ticaret ağı sayesinde, farklı coğrafyalardaki tüccarlarla iş birliği yapmak mümkündü.
Bu uzun yolculuk, En Nesyri için hem yeni dostluklar hem de büyük deneyimler getirmişti. Saray’a kâğıt satmanın verdiği gurur, ticaret imkânlarının ne kadar geniş olduğunu ona bir kez daha göstermişti. Belki de bundan sonra sadece İstanbul’a değil, Lehistan’a veya başka ülkelere de sefer düzenleyecek, ticaret ağını her geçen gün genişletecekti.
Hayatın ona daha neler getireceğini bilemiyordu ama Osmanlı’nın kozmopolit ticaret dünyasında artık deneyimli ve ismi duyulan bir tüccar olduğu kesindi.
Hidden Courage in Paper Rolls: The Story of Devotion by an Ottoman Merchant
1799 – Cairo
Youssef En Nesyri was the only son of a well-known merchant in Cairo. Of Moroccan origin, the family had carried on the father’s profession for years by trading in the narrow streets of Egypt. At that time, Egypt was one of the Ottoman Empire’s major trade centers; it acted as a bridge between East and West thanks to the Mediterranean and Red Sea routes. The En Nesyri family stood out within this bustling commerce scene, especially in the paper trade.
Our merchant’s greatest goal was to take his high-quality paper to Istanbul, the center of the Ottoman Empire, and make his name known in the trade network that reached as far as the Topkapı Palace. The Ottoman sultans of the period needed large quantities of paper for state correspondence and for the palace calligraphers. For this reason, the En Nesyri family was excited by the idea of becoming “paper suppliers to the Palace.”
However, En Nesyri had never before crossed into Anatolia and had no direct connections with the palace officials. Nevertheless, without abandoning his resolve, he set off on a spring evening in 1799, taking with him both his trusted assistant Sofyan and several camels that joined the caravan.
The First Steps of the Journey: From Cairo to Damascus
En Nesyri took 2000 akçe worth of capital with him. At that time, akçe was the primary currency used in many parts of the Ottoman lands; later on, coins like the sikke and kuruş would also come into use. However, in the period of our story, akçe was still common. It was clear the journey would be quite long. He would stay at places with safe and well-maintained roads where caravanserais were located, and he planned to regularly pay customs duties (such as the 3% tax rate).
After a long journey, En Nesyri and Sofyan finally arrived in Damascus, where they paid 60 akçe in customs. In the Ottoman Empire, customs duties varied according to the type and value of the traded goods; in important commercial cities like Damascus, customs officials carried out strict inspections on arriving and departing caravans.
As soon as they arrived in Damascus, they stayed at the Sultan Han, a large inn within the city where caravans and travelers could lodge, and where camels were kept. These inns were not only for the travelers’ rest but also served as secure storage for goods, places for exchanging cargo, and establishing new trade connections. Such inns and caravanserais formed the backbone of the trade network among Ottoman cities.
The First Adventure: A Thief Attempting to Steal Paper Rolls
Late at night, as En Nesyri and Sofyan were just drifting off to sleep, they were startled by the jingling of the bells around the camels’ necks. Sofyan rushed to the camels and saw a thief attempting to steal the paper rolls. He shouted at the top of his lungs to scare the thief away. Despite a brief chase in which the thief tried to flee down a narrow city street, he was eventually caught and brought before the local kadı (judge).
In Damascus, the kadıs listened to complaints swiftly and imposed criminal sanctions when necessary. The ensuing interrogation revealed that the thief was actually working for a prominent merchant in the area and had been trying to sabotage En Nesyri’s business. In the end, the culprit was punished. Our merchant was relieved that his goods were unharmed. More importantly, as soon as the kadı saw these high-quality paper rolls, he took a keen interest in them and purchased three rolls to send as a gift to the palace calligraphers in Istanbul.
From Damascus to Aleppo and Further into Anatolia
With Istanbul as his main goal, En Nesyri completed his affairs in Damascus and set off again with Sofyan, soon arriving in Aleppo. Aleppo was one of the Ottoman Empire’s major trade hubs, famous for its “Aleppo fabrics.” They stayed at a large inn called the Özdemir Han, where caravans lodged. It was also common to meet merchants from various regions in such inns.
Our hero, after leaving Aleppo, aimed to travel deeper into Ottoman lands, first heading for Malatya and then Kayseri. In Malatya, they stayed at places like the Silahdar Mustafa Paşa Han, conducting paper trade and sampling the famous Malatya apricots, which they considered taking back to Cairo for resale. At that time, buying fruits and vegetables from local producers and selling them in distant markets was also a profitable type of trade. However, one had to pay various taxes (for instance, a “bac” market tax) to set up a stall in the cities visited.
In this way, our merchant managed to cover his travel expenses through profit, forging new friendships and engaging with different cultures as he continued traveling deeper into Anatolia.
Kayseri and New Friendships
During his journey to Kayseri, En Nesyri stayed at the Vezir Han. Here, he had the chance to meet merchants of different religions and nationalities. Two of them were Dusan from Serbia and Sebastian from Poland (known as “Lehistan” in Ottoman sources), business partners who were non-Muslim traders. Particularly from the 16th and 17th centuries onward, the Ottoman lands hosted merchants from diverse ethnic and religious backgrounds, and this variety kept trade lively. In such an environment, En Nesyri both expanded his business connections and personally experienced how rich intercultural exchange could be.
After a while, they all prepared their caravans and continued on their way. Their route would take them through Konya and then on to Bursa. Upon arriving in Bursa, they planned to stay at the Emir Han, one of the historic Ottoman inns. There, they would rest and look into which goods—such as silk fabrics and leather products—they might purchase for resale in Cairo or other cities on their return journey.
In Bursa, our merchant met a silk fabric seller named Ahmed Efendi. In conversation, En Nesyri mentioned the gifts the kadı in Damascus had sent to the palace, his dream of trading paper in Istanbul, and the matter of the attempted theft. Ahmed Efendi, who supplied silk to the palace, informed him that the Topkapı Palace calligraphers were also in need of high-quality paper. If En Nesyri could bring his fine paper to the palace, he could sell it at a good price, and the government would likely take an interest in this trade.
Arrival in Istanbul and the Splendor of the Palace
All these discussions further fueled the aspirations of En Nesyri and Sofyan. After a lengthy journey and necessary rest stops, they finally reached the gates of Istanbul. Seeing this magnificent city—the center of the Ottoman Empire—for the first time, our merchants were mesmerized. Referred to as “Dersaadet” at that time, Istanbul was a commercial, cultural, and political magnet that influenced both the East and the West.
After passing through customs, they made their way along the bustling roads leading to Topkapı Palace, unable to take their eyes off its imposing gates and majestic skyline. They were in luck; thanks to the gifts sent by the kadı in Damascus and Ahmed Efendi’s reference, they had the chance to meet with the palace calligraphers.
En Nesyri demonstrated the quality of his paper while also presenting the kadı’s letter. The palace calligraphers were very impressed by the smooth texture and fine surface of his paper. As a result, our merchant sold all his available paper to them and received an offer to become a regular supplier of paper to the palace. He had achieved his goal: En Nesyri was no longer merely a Cairo merchant; he was now on track to become an official paper supplier to the Ottoman Palace.
The Return Journey and New Horizons
After completing his official affairs in Istanbul and earning considerable profit while forging new contacts, En Nesyri set out with Sofyan on the return trip to Cairo. Furthermore, he and Dusan and Sebastian had already discussed the initial steps for trade with Lehistan (Poland) in the near future. Thanks to the vast trade network of the Ottoman Empire, it was possible to collaborate with merchants from different regions.
This long journey brought En Nesyri new friendships as well as significant experience. The pride he felt from selling paper to the palace made him realize once again how extensive trade opportunities could be. Perhaps from now on, he would not only travel to Istanbul but might also organize expeditions to Poland or other countries, expanding his trade network day by day.
Although he did not know what else life had in store for him, one thing was certain: in the cosmopolitan world of Ottoman trade, he was now an experienced merchant with a growing reputation.